31 Ağustos 2013 Cumartesi

FİHİ MAFİH....


Bana “başın her sıkıştığında yanında olacağıma söz veriyorum.” Diyen adamı aradım geçen gün. Zor günlerdi… Açtı. Uyuyordu. Ben onu uykusundan uyandırmıştım. Nasıl kızdım kendime. Uyurken onu izlemenin hayalini kurardım ben. Onu kendim uyandırdığım için, suçlu hissetmiştim. Kırçıllı, uykulu sesiyle bana, beni arayacağını söylemişti. Çünkü ondan önceki gece bana bir çay sözü vardı. Çay samimiyetin simgesiydi ne de olsa. İnanmıştım geleceğine. Bütün gün bekledim.  İki tane de mesaj gönderdim. Gördü ama cevap vermedi. Çok sevdiğim bir şarkının çok sevdiğim bir dizesi aklıma geldi. “iyi günde buradasın, dar günde yoksun neden?”  ama bir hata vardı. İyi günümde de yanında yoktu. Ne doğum günümde, ne mülakatları geçtiğim günde, ne de mezun olduğum günde… Tamda böyle kendi kendimi yerken kitap arasından bir cümle ilişti gözüme. Büyük üstat, çok değerli filozof Mevlana’nın sözü “FİHİ MAFİH” ne varsa içinde.

         Sözün anlamını düşündüm. Kendi hayatıma tesirini, tesadüfen değil, özellikle karşıma çıktığını bu sözün. Ne varsa benim içimdeydi, benim kalbimde. Kimsenin özelliklede çağırdığım zaman gelmeyen adamın, benim ne hissettiğimi umursadığı yoktu…

   Umursanmadığınız birisine karşı ne hissedebilirsiniz? Nefret, öfke, kırgınlık, küskünlük… Ama sevgi olmamalı. Nefretle arasında çok ince bir çizgi olan aşk olmamalı. . Dün gece başımı yastığa koyarken seninle ilgili tebessüm ettirecek hayaller kurmamalıydım. Kim daha suçlu diye soruyorum kendime. Sen mi, ben mi? Bunun bir önemi yok biliyorum ama çağırdığımda gelmeliydin. Özledim mi bende bilmiyorum… Vedalaşmak için sanırım. Artık bir daha asla görüşemeyeceğimizi bildiğim için, sana veda edebilmek için yakınımda olmana ihtiyacım vardı. Yoksun, ama okursun bunu, ben veda şarkımı buradan söylerim sana.

    Kalbinden kimin adının geçtiğini, kimin için “lütfen onu bana yaz, yollarımızı kesiştir.” Diye dua ettiğini biliyorum. Anıların yaşandığı yollardan geçerken içinin nasıl acıdığını da biliyorum.  Sende çok sevdin. Hissediyorum. Vazgeç demiyorum. Ama mutlu olmanı istiyorum.  Bahsettiğim mutluluk yüzünün gülmesi değil, kalbinin gülmesi, hatta her uzvunun hissettiği mutluluktan sarhoş olması.  Bunun için seni seven bir insana şans ver. Bunun artık ben olup olmaması mühim değil. Birini sevmeye çalışırsan mutlu olursun. Biliyorum tavsiyelerime ihtiyacın yok,  ama benim senin mutlu olduğunu bilmeye ihtiyacım var.  Ancak bu şekilde kurtulabilirim senden ve ancak bu şekilde açabilirim kapımı başkalarına. Çocukluk aşkları özeldir, bilirsin. Sende öylesin en nihayetinde. Hiç geçmez, hiç bitmez, evlensen bile kalbindedir o aşk. Peki, ilk aşkın ya gerçek aşksa?  Yani ilk aşkını gerçekten gerçek bir sevgiyle sevmişsen nasıl vazgeçersin? Ben bunun imtihanını vermek üzereyim sanırım.  Benim seni beklediğim gibi beni bekleyen bir adam vardı. Ben senin için neler yaptıysam oda aynısını bana yapmıştı.  Ben senin kadar duygusuz değilim. Defalarca dedim yapamıyorum, sevemiyorum, deniyorum ama olmuyor.  Geçen gün aldım karşıma dedim ki ; “bak ben senin sevgine inanıyorum. Gözlerinden, yanımdaki mahcup tavırlarından, adımlarındaki ahenkten belli sevdiğin. Ama sevmen gereken kalp ben değilim. Gel vazgeç, biz olamayız.” Bana ne dedi biliyor musun? “ hiç çocuğu olmayan bir adamın, ‘Allah evlat acısı vermesin!’ dendiğinde en içten nidasıyla âmin dediğini duydum.  Sen neyin imkânsızlığından, neyin olmazlığından bahsediyorsun?  O an çok benzettim onu kendime. İçimi titretti sözleri.  Sonra düşündüm. Ben sana değil cümleler, defterler eskitmiştim ve bir tek sözüm bile kendimi sevdirmeye yetmemişti, yetmeyecekti biliyorum. Biz hiçbir yolu el ele beraber yürümeyecektik, hiç beraber hafta sonu planlarımız olmayacaktı. Sen hiç benim doğum günüm için sürpriz yapmayacaktın. Hâlbuki ben sırf sen, ilk sen tut diye elimi kimseye tutturmamıştım. İlk sen öp diye, kimseye yanağımı dahi uzatmamıştım.  Çok mu safım, çok mu masum yâda çok mu aptal bunu cevabını sen daha iyi bilirsin.  Benim hayal ettiğim mutlu günler hiç gelmeyecek biliyorum. Ben ne kadar istesem de, dua etsem de gelmeyecek.  Hayat kaçıyor.  Birçok şey bitti hayatımda.  Okul, bitmez dediğim saadet, gitmez dediğim arkadaşlar… Senin peşinde koşarken hayatı yakalayamayacağımı anlıyorum. Aslında ben sana hiç kızmıyorum. Ama kırgınım. Ne yapsam geçmiyor kırgınlığım. Her mesajına gülüyorum, her gün hiç teklemeden sana yazıyorum ama dedim ya fihi mafih ne varsa hepsi benim içimde. Artık sana kendimi anlatmaktan vazgeçiyorum. Seni başkalarına anlatmaktan da vazgeçeceğim. Buruk bir duygu tabi ki. Ama alışacağımı umuyorum. Zira yaşattığın yokluk bana çok şey öğretti. Ama en önemlisi tek taraflı aşkın insanın kendisine dönmesini sağladığını öğrendim.

     Ve sen bana bunları yazdıran kahramanımsın. Bana ben olmayı öğreten kahramanımsın. Beni kısa zamanda da olsa seven, karşılıklı aşkı saman alevi kadar kısa sürede de olsa yaşattıran kahramanımsın. Kahramanlar ölümsüzdür. Ama ben bu hikâyede artık kendimi üzmeyi değil, beni seven insanları mutlu etmeyi seçiyorum.  Sende seni sevenleri mutlu etmeyi seç. Ve saklanan hediyelerin hatırına, ben demeden bana tek başına içilen kahvenin yalnızlığını değil, seninle içilen çayın samimiyetini tattır.  Seni sevmekten değil, kalbimde taşımaktan VAZGEÇİYORUM…   

                                                                                                                            26 Haziran 2013 çarşamba
 
 
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder