Bana “başın her sıkıştığında yanında olacağıma söz
veriyorum.” Diyen adamı aradım geçen gün. Zor günlerdi… Açtı. Uyuyordu. Ben onu
uykusundan uyandırmıştım. Nasıl kızdım kendime. Uyurken onu izlemenin hayalini
kurardım ben. Onu kendim uyandırdığım için, suçlu hissetmiştim. Kırçıllı,
uykulu sesiyle bana, beni arayacağını söylemişti. Çünkü ondan önceki gece bana
bir çay sözü vardı. Çay samimiyetin simgesiydi ne de olsa. İnanmıştım geleceğine.
Bütün gün bekledim. İki tane de mesaj
gönderdim. Gördü ama cevap vermedi. Çok sevdiğim bir şarkının çok sevdiğim bir
dizesi aklıma geldi. “iyi günde buradasın, dar günde yoksun neden?” ama bir hata vardı. İyi günümde de yanında
yoktu. Ne doğum günümde, ne mülakatları geçtiğim günde, ne de mezun olduğum
günde… Tamda böyle kendi kendimi yerken kitap arasından bir cümle ilişti gözüme.
Büyük üstat, çok değerli filozof Mevlana’nın sözü “FİHİ MAFİH” ne varsa içinde.
Sözün
anlamını düşündüm. Kendi hayatıma tesirini, tesadüfen değil, özellikle karşıma
çıktığını bu sözün. Ne varsa benim içimdeydi, benim kalbimde. Kimsenin
özelliklede çağırdığım zaman gelmeyen adamın, benim ne hissettiğimi umursadığı
yoktu…
Umursanmadığınız
birisine karşı ne hissedebilirsiniz? Nefret, öfke, kırgınlık, küskünlük… Ama
sevgi olmamalı. Nefretle arasında çok ince bir çizgi olan aşk olmamalı. . Dün
gece başımı yastığa koyarken seninle ilgili tebessüm ettirecek hayaller
kurmamalıydım. Kim daha suçlu diye soruyorum kendime. Sen mi, ben mi? Bunun bir
önemi yok biliyorum ama çağırdığımda gelmeliydin. Özledim mi bende bilmiyorum… Vedalaşmak
için sanırım. Artık bir daha asla görüşemeyeceğimizi bildiğim için, sana veda
edebilmek için yakınımda olmana ihtiyacım vardı. Yoksun, ama okursun bunu, ben
veda şarkımı buradan söylerim sana.
Kalbinden kimin adının geçtiğini, kimin
için “lütfen onu bana yaz, yollarımızı kesiştir.” Diye dua ettiğini biliyorum.
Anıların yaşandığı yollardan geçerken içinin nasıl acıdığını da biliyorum. Sende çok sevdin. Hissediyorum. Vazgeç
demiyorum. Ama mutlu olmanı istiyorum.
Bahsettiğim mutluluk yüzünün gülmesi değil, kalbinin gülmesi, hatta her uzvunun
hissettiği mutluluktan sarhoş olması.
Bunun için seni seven bir insana şans ver. Bunun artık ben olup olmaması
mühim değil. Birini sevmeye çalışırsan mutlu olursun. Biliyorum tavsiyelerime
ihtiyacın yok, ama benim senin mutlu
olduğunu bilmeye ihtiyacım var. Ancak bu
şekilde kurtulabilirim senden ve ancak bu şekilde açabilirim kapımı
başkalarına. Çocukluk aşkları özeldir, bilirsin. Sende öylesin en nihayetinde.
Hiç geçmez, hiç bitmez, evlensen bile kalbindedir o aşk. Peki, ilk aşkın ya
gerçek aşksa? Yani ilk aşkını gerçekten
gerçek bir sevgiyle sevmişsen nasıl vazgeçersin? Ben bunun imtihanını vermek üzereyim
sanırım. Benim seni beklediğim gibi beni
bekleyen bir adam vardı. Ben senin için neler yaptıysam oda aynısını bana
yapmıştı. Ben senin kadar duygusuz
değilim. Defalarca dedim yapamıyorum, sevemiyorum, deniyorum ama olmuyor. Geçen gün aldım karşıma dedim ki ; “bak ben
senin sevgine inanıyorum. Gözlerinden, yanımdaki mahcup tavırlarından,
adımlarındaki ahenkten belli sevdiğin. Ama sevmen gereken kalp ben değilim. Gel
vazgeç, biz olamayız.” Bana ne dedi biliyor musun? “ hiç çocuğu olmayan bir
adamın, ‘Allah evlat acısı vermesin!’ dendiğinde en içten nidasıyla âmin
dediğini duydum. Sen neyin imkânsızlığından,
neyin olmazlığından bahsediyorsun? O an
çok benzettim onu kendime. İçimi titretti sözleri. Sonra düşündüm. Ben sana değil cümleler,
defterler eskitmiştim ve bir tek sözüm bile kendimi sevdirmeye yetmemişti,
yetmeyecekti biliyorum. Biz hiçbir yolu el ele beraber yürümeyecektik, hiç
beraber hafta sonu planlarımız olmayacaktı. Sen hiç benim doğum günüm için
sürpriz yapmayacaktın. Hâlbuki ben sırf sen, ilk sen tut diye elimi kimseye
tutturmamıştım. İlk sen öp diye, kimseye yanağımı dahi uzatmamıştım. Çok mu safım, çok mu masum yâda çok mu aptal
bunu cevabını sen daha iyi bilirsin.
Benim hayal ettiğim mutlu günler hiç gelmeyecek biliyorum. Ben ne kadar istesem
de, dua etsem de gelmeyecek. Hayat
kaçıyor. Birçok şey bitti
hayatımda. Okul, bitmez dediğim saadet,
gitmez dediğim arkadaşlar… Senin peşinde koşarken hayatı yakalayamayacağımı
anlıyorum. Aslında ben sana hiç kızmıyorum. Ama kırgınım. Ne yapsam geçmiyor
kırgınlığım. Her mesajına gülüyorum, her gün hiç teklemeden sana yazıyorum ama
dedim ya fihi mafih ne varsa hepsi benim içimde. Artık sana kendimi anlatmaktan
vazgeçiyorum. Seni başkalarına anlatmaktan da vazgeçeceğim. Buruk bir duygu tabi
ki. Ama alışacağımı umuyorum. Zira yaşattığın yokluk bana çok şey öğretti. Ama
en önemlisi tek taraflı aşkın insanın kendisine dönmesini sağladığını öğrendim.
Ve sen bana bunları yazdıran
kahramanımsın. Bana ben olmayı öğreten kahramanımsın. Beni kısa zamanda da olsa
seven, karşılıklı aşkı saman alevi kadar kısa sürede de olsa yaşattıran
kahramanımsın. Kahramanlar ölümsüzdür. Ama ben bu hikâyede artık kendimi üzmeyi
değil, beni seven insanları mutlu etmeyi seçiyorum. Sende seni sevenleri mutlu etmeyi seç. Ve
saklanan hediyelerin hatırına, ben demeden bana tek başına içilen kahvenin
yalnızlığını değil, seninle içilen çayın samimiyetini tattır. Seni
sevmekten değil, kalbimde taşımaktan VAZGEÇİYORUM…
26
Haziran 2013 çarşamba
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder